Ana içeriğe atla

Haarp, Chemtrails, İklim Operasyonları / Biyolojik ve Jeolojik Müdahalelerle KÜRESEL Asimilasyon

GEZEGEN MÜHENDİSLİĞİ, GEZEGENİ HACKLEME OPERASYONLARI VE İKLİM SİLAHLARI
HAZAR TANDOĞAN / 15 HAZİRAN 2022

Makaleye Video Olarak Linkten Ulaşabilirsiniz.

Ayrıca PDF olarak indirebilirsiniz; 
PDF DOSYASINI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ
 

Biyomühendislik ve Jeomühendislik İş Birliğiyle Chemtrails:

Gökyüzünde yıllardan beri garip ve bulut benzeri yapay beyaz izler görebiliyoruz. Çoğumuz çocuklukta uçakların arkasında bıraktığı izleri takip etmişizdir. Fakat bu izlerin her zaman masum olmayacağını bilmeden onlarla eğlenmiş bazen çizdiğimiz resimlere bile yansıtmışızdır. İnsanlar dünyayı yöneten bilinmez güçlerin sahip olduğu bilgilere sahip değiller. Onların kullandıkları teknoloji hakkında en ufak fikirleri yok ve ellerindeki teknolojinin son nesil olduğunu sanıyorlar.
 
İklimsel teknolojiler de tıpkı diğer teknoloji alanları ve insanlık tarihi bilgilerinde olduğu gibi sürekli saklanmıştır. Bu alanda kimyasal püskürtmeler olarak bilinen chemtrail de tıpkı diğer tüm iklim ve atmosferik teknolojileri gibi son yüz yılın en önemli ve en hayati konularından biridir. Üzerinde fazlaca durulmasına rağmen hükümetler ve devletler tarafından dikkate alınmıyor. Birçok hastalığın ve iklimsel anomalilerin kaynağı olmasına rağmen tüm görüşler ve bilimsel raporlar göz ardı edilip reddediliyor. Zira komplo teorisi damgasıyla anılıp insanların önemsememesi sağlanıyor. Şunu da bilmemiz gerekiyor ki devletler iklim anlaşmaları nedeniyle bu püskürtmeleri yapmaya ikna ediliyorlar. Bilerek veya farkında olmadan aslında insanlığın form değiştirmesine veya dünaydaki tüm yaşamın son bulmasına yardımcı oluyorlar. Son yıllarda ise kimyasal püskürtmelerin yoğunluğu ve sıklığı artmış, içeriğinde önemli değişimler gerçekleşmiş durumdadır. Durumu anlamak için konuyu ayrıntılı bir şekilde ele almalıyız.
 
Tarımsal ilaçların uçaklarla püskürtülerek sözde zirai ekinler koruma adı altında toprak ve su kirletildi. Yiyecekler zehirlendi. Daha sonra zira ilaçların zararlarını anlatıp Genetiği Değiştirilmiş Gıdaları öne sürdüler. Böylece planları adım adım ilerledi ve günümüze kadar devam etti. İnsanarın fıtratını DNA’sal müdahalelerle bozmak ve daha sonra insanları sürekli kontrol ve gözetim altında tutmak için birçok yol geliştirdiler. Aşılar, ilaçlar, GDO, Klorlu Sular, Kimyasal Püskürtmeler, Orman Yangınları, Uyumsuz Frekanslar, Shumann Rezonans alanına müdahale, İklim kontrolü, Yapay afetler ve depremler, Haarp, Zihin Kontrolü ve birçok yöntemle dünyanın altını üstüne getirdiler. İnsan ve diğer canlıların yaşam koşullarıyla oynayıp değiştirmeye çalıştırlar ve bu çalışmalar devam etmektedir. Son olarak mRNA aşılarıyla insan genine müdahale ettiler. 5G ve üzeri kablosuz ağ hizmetleri ve hızlı internet sunumu bahanesiyle Metaverse’nin temelini atmış oldular. Yapay Kıtlık oluşturarak
İnsanları MATRIX’ evrenine bağlamak için hazırlıkları başlattılar. Tüm bunları karşısında biz insanlar ne yapıyoruz?
Sadece onların bizi oyalamak için oluşturdukları mevzulara odaklanıp dünyaya ve bize yaptıklarını ve yapmak istediklerini göz ardı ediyoruz. Savaşlar, Ekonomik Krizler, Gıda kıtlığı vs… Tiktok ve benzeri platformlarda eğlence ve nefsani arzularının peşinden koşan insanlığı pek de güzel günler beklemiyor diyebilirim.
Bu Makalede Chemtrails konusunu işlediğim için tüm bunları detaylı olarak anlattığım kitabımı (Kör Tanrılar Küresel Asimilasyon) okumanızı tavsiye ederim.


Contrail, Chemtrails ve Geoengineering Nedir?

Chemtrails mevzusunu iyi anlamak için öncelikle kavramlarını analiz etmeliyiz. Contrail kelimesinin İngilizce açılımı yoğunlaşma anlamındaki condensation ve iz anlamındaki trail şeklindedir. Chemtrail ile karıştırılır ve chemtrail’i kabul etmeyenlerin açıklamalarında daha çok contrail özellikleri yer alır. Oysa ikisi arasında birçok fark vardır.
 
Contrail açıklamasını Meteoroloji Genel Müdürlüğünün kendi sitesinden buraya aynen alıntılıyorum:
“Kuyruk İzi (Contrail)
Uçakların arkasında, yoğunlaşma sonucu oluşan ize; kuyruk izi adı verilir. Uçaklar yaklaşık olarak 25 - 30.000 feet'de yol alırlar. Bu seviyedeki sıcaklıklar; mevsimlere göre değişmekle beraber -50 °C civarındadır. Uçak yüzeyi ve egzost gazı çevreye göre daha sıcaktır. Genel olarak sıcak bir yüzeyin, soğuk bir ortamdan geçmesiyle arkasında yoğunlaşma meydana gelir. Başka bir ifadeyle uçaklardan çıkan sıcak egzost gazı, çevresindeki düşük buhar basınçlı ve daha soğuk havayla karıştığında arkasında yoğunlaşma meydana gelir. Basit olarak bu durum soğuk bir havada cama doğru nefes vermeye benzer.
Kuyruk izine dikkatlice belirli bir süre bakıldığında, kısa sürede ortadan kalktığı veya yatay olarak dağıldığı gözlenir.”
Meteoroloji Sözlüğü'nde Kuyruk İzi:
YOĞUNLAŞMA İZİ (CONDENSATION TRAIL) Düşük sıcaklıktaki hava içinde seyreden uçakların arkalarında gözlenen küçük, suni ve çizgi şeklindeki bulutlar. Bu tip bulutlar, ya uçağın hızla geçmesi sonucunda oluşan basınç düşmesi sonucu adyabatik soğumadan ya da uçak eksozundan çıkan yoğunlaşma parçacıklarından kaynaklanmaktadır. Bu izlerin oluşabilmesi için, havada yeterince yüksek nispi nem ve belli bir sıcaklık gerekmektedir.”

*Adyabatik: Çevresiyle ısı değişimi olmadan soğuma adyabatik olarak nitelenir. *

Chemtrails kelimesinin Açılımı Chemical Trails Türkçesiyle kimyasal izler olarak kullanılan bu terim Amerikan Hava Kuvvetleri askerlerinin katıldığı kimya derslerinde ortaya çıkmıştır. Askerler bu derslerde uçakları görünmez yapma tekniklerini öğreniyorlardı. Bu teknikler, plastik yüzeylerin alüminyumla kaplanarak uçakların radara yakalanmaması ilkesi üzerinden geliştirildi. Hava kuvvetleri askerleri bu yönde eğitildiler.
Daha sonra 1990’da William Thomas bu püskürtmeleri tanımlamak için kullandı ve Chemtrails isminde de bir kitap yazdı. William Thomas’a göre bu kimyasalları Amerika Hava Kuvvetleri bilinçli olarak gökyüzüne püskürtüyor.
 
Uçaklarla yapılan püskürtme işlemi için CEMTRAIL" teriminin tamamen uygun bir isim olmadığını düşünüyorum, ancak yine de yaygınlaştı. Farklı bir şekilde atmosferik aerosol olarak adlandırılabilir. Aerosol içeriklerde nanopartiküllerinin boyutları ne kadar küçük olursa havada kalma süreci o kadar uzun oluyor. Bilim insanlarına göre bu süre bazen 1 ay kadar sürebiliyor.  Chemtrail bulutları ise saatlerce havada asılı kalır, çizgiler rüzgâr hızına ve yönüne bağlı olarak büyük ölçüde genişler ve yaklaşık 2-5 saat sonra bu şeritler neredeyse tanınmaz hale gelirler ve mavi gökyüzünü kaplayan beyaz-gri bir leke filmi gibi şekillenirler.
Aerosol, bir katının veya bir sıvının gaz ortamı içerisinde dağılmasıdır. Duman, sis ve spreyler örnek olarak gösterilebilir. 10 mikrondan daha küçük çaplı sıvı veya katı parçacıklardan oluşan çok fazlı sistem. Son yıllarda aerosoller köpük veya jel şeklinde hazırlanmaktadır.



Chemtrail işlemi Geo-Mühendislik kategorisinde başlayan bir uygulamadır. Geo-Mühendislikte atmosferik aerosollerle iklim değişikliğiyle uğraşmak ve mücadele etmek en önemli konulardan biridir fakat bu konuda özellikle medyada aşırı derecede sessizlik hakimdir. Keza doğal olarak bir iklim değişikliği söz konusu mu yoksa yapılan müdahaleler sonucu mu iklimler dengesizleşiyor? İşte bu sorunun cevabını verebiliyorsanız dünyaya hâkim sistemin hangi düşüncelerle hareket ettiğini anlarsınız.

ABD’ye ait US5003186A Numaralı patent açık bir biçimde püskürtmelerin varlığını ve uygulama şeklini anlatıyorken bu mevzuya komplo teorisi demek insanları kandırmaya yardımcı olmaktan öte değildir. Keza iklim mühendisliği gizlenen bir uzmanlık alanı değildir ve bu alanda binlerce kişi aktif olarak çalışmaktadır. Onların çoğu bütün bu uygulamaların dünyayı kurtarma amacıyla yapıldığını düşünüyor. Fakat çok üzülerek söylemeliyim ki bütün bilim dallarına olduğu gibi bu insanların da aralarında birkaç istisna hariç çoğu dayatılmış ve sınırlandırlmış bilgilere göre hareket ettiklerinden araştırma ve sorgulama gereği duymuyorlar. Tıpkı robotlara yüklenen bili ve yazılıma göre hareket ettikleri gibi. Objektif ve sorgulayan Geo Mühendisler ise komplo teorisyeni olarak damgalanıp itibarsızlaştırılmak istenen bizlerle aynı fikirdedir.


Peki bahsetmiş olduğum patenin içeriğinde neler var, gelin hep birlikte göz atalım.


Patent Numarası: 5003186

Patent Yayın Tarihi: 26.03.1991
Patent Konusu : Küresel Isınmanın azaltılması için Stratosferik Welsbach Tohumlama Patenti (1991) /10 - 100 mikron ölçülerde alüminyum oksit, toryum oksit vb toksik metal oksitlerin yeryüzünden 7- 13 km yükseklikten püskürtülmesinin patentidir.

Patentte söz konusu metal oksit parçacıkların uçak yakıtı aracılığıyla püskürtülmesi uygulama örneği olarak geçmektedir.


Evet küresel ısınma ve sera gazlarıyla mücadele etmek için stratosfere ağır metaller gibi son derece tehlikeli ve kanserojen maddeler sıkmanın mantığı nedir? Diye sormalıyız. Dünyadaki yaşamı ve canlılığı korumaya mı çalışıyorlar yoksa tamamen bitirmeye mi?


Mikro ölçülerde veya nano ölçekteki alüminyum oksit, toryum oksit, baryum, stronsiyum ve birçok ağır metal partikülleri güya güneşten gelen radyoaktif ışınlarını geri yansıtarak uzaya geri gönderiyor. O halde neden ozon tabakası (Troposfer ve Staratosfer tabakalarındaki O3 içeren bölge) günden güne daha da inceliyor ve yer yüzüne ulaşan UV ışınları daha da güçlü ve yakıcı hale geliyor. Ozon tabakasını tamir mi etmeye çalışıyorlar yoksa tamamen yok etmeye ve kaldırmaya mı?
19 Mayıs 2015'te Avrupa Parlamentosu Üyesi Ramon Tremosa i Balcells (ALDE), Devlet Meteoroloji Ajansı'ndan dört işçinin İspanya'da uçaklardan atmosfere kurşun dioksit, gümüş iyodür ve diatomit püskürtüldüğünü itiraf ettiğini duyurdu. Bu turizm sezonu için güneşli ve yağmursuz hava oluşturma amacıyla yapıldığı söylendi. Fakat ne hikmetse bu haber de diğer Chemtrails içerikli haber ve bilimsel veriler gibi birçok siteden kaldırıldı. Haberin bir kısmı bu siteden ulaşabilirsiniz. (Https://stateofthenation.co/?p=89909)
 

Birleşik Krallıkta çevre, gıda ve kırsal işler devlet bakanına "uçak chemtraillerinin kirletici sonuçları konusunda ne gibi araştırmalar yapıldığı" sorulduğunda "Bakanlık, chemtrails’in bilimsel olarak kabul edilmiş bir fenomen olmadığından bu konuda araştırma yapmamaktadır" şeklinde cevaplandırılmış ve o çalışmanın "Chemtrail'lerin nasıl meydana geldiğini ve atmosfer üzerindeki etkilerini anlamak için yapıldığını bildirilmiştir.

Endişeli Kanadalıların "havadan ilaçlamada kullanılan kimyevî maddeler, Kanadalıların sağlığını olumsuz etkiliyor" dilekçesine cevaben Hükûmet Konağı Lideri (İngilizce: Government House Leader) şöyle demiştir: "Kanada hava sahasında havadan ilaçlama yapıldığı konusunda bilimsel ya da başka şekilde hiçbir hatırı sayılır delil mevcut değildir. 'Chemtrails' kelimesi popülerleşmiş bir ifade olup varlığını teyit edecek hiçbir bilimsel delil yoktur." Parlamento başkanı devamında "Dilekçeyi imzalayanların normal uçak yoğunlaşma izlerini, yani Contrails gördüklerine inanıyoruz" demiştir.

Bilim insanları ve federal kurumlar chemtrailas’in varlığını devamlı reddederek izlerin sadece kalıcı yoğunlaşma izleri olduğunu ifade ettiler. Fakat bağımsız araştırmacılar ve bilim insanlarının elde ettikleri veriler bunun hiç de böyle olmadığını gösteriyor.
  

Geoengineering veya Jeomühendislik (Climate engineering) Nedir? 

Wikipedia’ya göre “Jeomühendislik ya da iklim mühendisliği gelişen teknoloji ile birlikte doğal afetlerin verebileceği zararların önüne geçmek, küresel ısınma ile ortaya çıkabilecek etkileri azaltmak amacıyla, temel bilimler ve mühendislik disiplinlerinin birlikte uygulandığı yeni bir mühendislik alanıdır. Çalışma alanı tüm gezegendir. Uygulanma şekli ise oluşabilecek insan kaynaklı ya da küresel çevre tehditlerinin olmadan önlenmesi ya da meydana gelen zararların telafi edilmesi şeklindedir.

Jeomühendislik, deprem, kasırgalar, göktaşı tehditleri, kuraklık, küresel ısınma gibi küresel ölçekte dünyayı etkileyecek olayların önüne geçilmesi ve etkilerinin telafi edilmesi konularında çözümler arar.

Jeomühendisliğin ilk uygulamaları 1970'lerden itibaren kuraklık yaşanan bölgelerde yapay bulutlar oluşturarak yağmur yağdırılmasını sağlayacak denemelerdi. Bu uygulamada mikro toz zerrecikleri taşıyan kapsüller yüksek irtifada patlatılarak yapay bulutlar oluşturulması amaçlanmıştır. Uygulamanın çok sınırlı alanlarda yağmur yağmasına yardımcı olduğu bildirilmiştir ancak yüzde yüz işe yaradığı tam olarak kanıtlanamamıştır. 

 

Küresel Isınmaya Karşı Okyanus Sularının Soğutulması;

Düşünce deneyi olmaktan öteye gitmemiş bir öneridir. Ancak 90'lı yıllarda küresel ısınmaya karşı tartışılmış ama uygulamaya konmamıştır. Kısaca kutuplardaki büyük buzul kütlelerinin (kilometrekarelik bloklar) büyük gemilerle açık okyanusa çekilerek getirilmesi ve bu bölgede eritilmesi sonucu okyanus suyunun soğutulması amaçlanmıştır. Ancak bazı bilim adamlarının yaptığı simülasyonlar böyle bir müdahalenin buzul çağını bile tetikleyebileceğini göstermiştir. Bu nedenle de bu jeomühendislik uygulamasından vazgeçilmiştir.


Yapay Volkanlar

Jeomühendislikte bir başka düşünce deneyi de yapay volkanlardır. Volkanlardan atmosfere karışan sülfür zerreciklerinin ışığı uzaya geri yansıttığı tezine dayanarak atmosfere sülfür diyoksit salınımı yapılması ile dünyada küresel ısınmanın engelleneceği ön görülmüştür. Ancak bu müdahalenin de ozon tabakasına zarar vereceği öngörüsüyle uygulamaya geçirilmemiştir.” 

Wikipedia’daki bu açıklamalara göre Jeomühedislik insan ve gezegen yararına çalışması gereke bir bilim dalıdır. Fakat bugün gezegenimizin ve iklimlerin durduğu noktada bu bilimsel çalışmaların da yine bir takım karanlık düşüncelerce yönlendirildiği ve etkilendiği görülmektedir.

  

Püskürtmelerin Tarihçesi:

1940’da Filipinler’de çekilmiş fotoğraflarda gökyüzünden püskürtmeler yapıldığı net bir şekilde gözüküyor. Kimisi bunların da yine su buharı izi olduğunu söylese de Nazilerin üzerinde çalıştıkları projeleri araştıranlar bunun böyle olmadığını anlayacaklardır. Zira 1945’lerden sonra 2.dünya savaşının bitimiyle beraber bu tarz projeler daha fazla geliştirip niteliği günden güne değişerek daha yıkıcı hale getirildi.

Bitkisel ve tarım ürünlerini koruma amacıyla havadan ilk uygulama Ceratonia catalpa’ müdahalesi için 1921 yılında ABD’nin Ohio eyaletinde yapılmıştır. Bu amaçla kurşun arsenat tozu ilaçlama yapmaya uygun hale getirilip uçaklardan atılmış ve bu uygulama yaygınlaşarak devam etmiştir. 


1940 Filipinler


Peki bağımsız araştırmacılar ve bilim insanlarına göre bu püskürtmelerin içeriğinde neler var?

İşte en can alıcı bilgiler bağımsız araştıranlar tarafından ortaya konuluyor. Bu konuda oldukça çarpıcı veriler mevcuttur. Birçok bilimsel analiz ve rapora göre bu püskürtmelerin içerinde ağır metallerden tutun, patojenlere ve biyolojik materyallere kadar birçok madde bulunmaktadır. Başta alüminyum, baryum ve stronsiyum olmak üzere zehirli bir kimyasal olan arsenik, magnezyum, nikel, kalsiyum, krom, titanyum ve toryum gibi diğer ağır metaller ve patojenik malzemeler içerdiği örneklerde bulunmuştur. Toprakta, suda ve havada test edilmiş ve havada çözünen aerosollerdeki bu maddelerin varlığı, onlarca laboratuvar çalışması ile doğrulanmıştır.

 

Chemtrails ve UV Işınları Bağlantısı

Dünyayı UV ışınlarına karşı koruyan Ozon tabakası çökmek üzeredir. Bunu UV indekslerine bakarak anlamak mümkündür. Son 30 Yılda UV radyasyonlarının seviyesi artmış durumdadır.  Bunun sebebi atmosfere salınan kimyasal kirlilikler ve aerosol püskürtmelerdir. Ayrıca bunun yanında çeşitli frekans kirlilikleri de ozon tabakasının çökmesinde büyük bir rol oynamaktadır. Fakat en büyük etken halen devam eden iklim mühendisliği operasyonlarıdır. Ağır metaller ve diğer kimyasal maddeler dünyayı adeta bir mikrodalga ortama dönüştürüyor.
Hala bir şeyleri kurtarma şansımız var mıdır? Elbette. Fakat bunun için tüm devletler öncelikle püskürtmeleri durdurmalıdırlar.

Doğa dokunduğu her şeyi güzelleştirir fakat insanların dokunduğu her şeyi mahvetme eğilimi vardır. İşte insan bu sefer de atmosfere dokundu ve atmosferi de mahvetmek üzeredir. Jeomühendislikle atmosferi değiştiriyorlar.

Bunun için gösterdikleri gerekçe ise abartılacak bir şey değildi. Doğal yöntemlere geçiş yaparak bu sorunların üstesinden gelinebilirdi. Fakat birileri bilinçli olarak zaten bu sorunların ortaya çıkmasını sağladı. Çünkü havayı ve iklimleri kontrol etmek istiyorlardı. İklimi kontrol eden dünyayı kontrol eder. Peki hangi mantık gezegeni yok etmeye çalışır? Sizce bunu yapanlar kendileri bu gezegende yaşamıyor mu? Veya şöyle sorayım. Bunu yapanlar bizim ve diğer canlıların ihtiyaç duyduğu yaşamsal koşullara ve materyallere ihtiyaç duymuyorlar mı?

“Hamamböcekleri ve karasineklerin sayısı artarken, daha az kelebek ve arı kaldı. Böcek sayıları konusunda yapılan bilimsel bir inceleme, dünya genelindeki böcek türlerinin 40%'ının "çok fazla azaldığını" gösteriyor. Araştırmalara göre, arılar, karıncalar ve kınkanatlı böcekler memeliler, kuşlar ve sürüngenlere kıyasla sekiz kat daha hızla ortadan kayboluyor. Kaybolan türler sadece böcekler değil elbette. Balıklar ve diğer canlılar. Bitkiler ve ağaç türleri de kayboluyor.

2021’de Uluslararası Botanik Bahçeleri Koruma Örgütü (BGCI) tarafından yayınlanan rapora göre, dünyadaki ağaç türlerinin neredeyse üçte biri yok olma riski altındadır.

'Dünya Ağaçlarının Durumu' raporunda, toplamın yaklaşık yüzde 30'u anlamına gelen 17 bin 500 ağaç türünün ortadan kaybolma riski taşıdığı; vahşi yaşamdaki 440 türden 50 ya da daha az örnek bulunduğu yazıldı. Rapora göre, genel olarak tehdit altındaki ağaç türlerinin sayısı, tehdit altındaki memeliler, kuşlar, amfibiler ve sürüngenlerin toplam sayısının iki katıdır. BGCI Genel Sekreteri Paul Smith yaptığı açıklamada, "Bu rapor, ağaçların yardıma ihtiyacı olduğuyla ilgili tüm dünyaya bir uyandırma çağrısıdır." dedi.

En çok risk altındaki ağaçlar arasında, Güneydoğu Asya yağmur ormanlarında yaygın olarak bulunan manolya ve dipterokarps gibi türler yer alıyor. Meşe ağaçları, akçaağaçlar ve abanoz ağaçlarının da tehditlerle karşı karşıya olduğu belirtildi.”

Kaynak: https://tr.euronews.com/2021/09/01/rapor-dunyadaki-agac-turlerinin-ucte-biri-yok-olma-riski-alt-nda 

Böcekler, memeliler, sürüngenler, kuşlar, ağaçlar, bitkiler ve diğer tüm canlı türlerinin temel yok olma sebepleri iklim değişikliği, yoğun tarım ve buna bağlı olarak kullanılan tarım ilaçları olarak açıklanıyor. Kimyasal tarım ilaçları bu etkenlerden biridir elbette. İklim değişikli de bilinçli olarak oluşturulmuş bir küresel krize dönüşmek üzeredir. İklim mühendisliği ve aerosol püskürtmeler, frekansal deneyler ve müdahaleler, ileri jenerasyon kablosuz ağ hizmetleri (5G) ve iyonosferik oynamalar gibi insan müdahaleleri tüm bu yok oluşların temel nedenleridirler.

Ağaçlardaki garip bazı mantarlanma da yine püskürtmeler sonucu ortaya çıkmış bir hastalıktır. Tıpkı insanlarda ortaya çıkmış Morgellon hastalığı gibi.
Ayrıca püskürtmeler toksin olarak yer yüzeyine çöküyor ve toprağın mikrobiyal yaşamını öldürüyor. Bu da toprağın çürütme sürecini uzatıyor veya tamamen yok ediyor. Ölü bir gezegene giden yolda hızla ilerliyoruz. Ancak bunu gören olukça az insan var. İnsanların büyük bir kısmı neler olup bittiğinin farkında değil çünkü medya bu konuyu asla gündeme getirmiyor ve gündeme gelmesine de izin vermiyor. İnsanlar ise gündelik yaşamlarına devam ediyorlar. İşe gidip eve geliyorlar. Yemek yiyorlar, karınları doyuyor, uyuyorlar ve her şey yolundaymış gibi sanıyorlar. Ağaçlar ve ormanların kasıtlı yakıldığını bilmezler çünkü neden bu kadar orman yangını oluyor sorgulamaz.
Yağmurların nasıl akışını kestikleri, ormanların nasıl kuruduğunu ve daha sonra oluşan ısıdan nasıl ormanların yandığını! Orman yangınlarından ortaya çıkan karbon diokist maddelerin atmosferde bir tabaka oluşturduğunu ve zaten ormanları yakmanın 5G meselesiyle beraber bir amacının da bu olduğunu biliyoruz.

C19 pandemisi sürecinde güneşi nasıl daha da fazla perdelemek istediklerini gördük. Bunun nedeni UV ışınlarının dünyaya ulaşmasını azaltarak virüslerin daha fazla yayılmasını sağlamaktı. Zira ultraviyole ışınları belli bir miktarda dünya için gereklidir. Ancak bu seviyeyi aştıktan sonra biz insanlar için yok edici hale gelmektedir. Uv ışınlarının çoğalmasını istediklerinde farklı maddeler, azalmasını istediklerinde farklı maddeler püskürtülüyor.
Ultraviyole radyasyonu DNA’yı parçalıyor. Dolayısıyla belli bir seviyeden sonra tüm dünya için öldürücü etkiler oluşturuyor.

 

Ultraviole İndeks

UV İndeks; gün içerisinde, güneş tam tepede iken yer yüzeyine ulaşması beklenen ve insan sağlığına zararlı olabilecek UV radyasyon miktarının, 0’dan 15’e kadar uzanan bir ölçek üzerinde sınıflandırılmasına 'UV İndeksi' denir. 1 UV I = 0.025 W/ m2’dir.



https://www.mgm.gov.tr/site/yardim1.aspx?=UvIndeks#:~:text=UV%20%C4%B0ndeks%3B%20g%C3%BCn%20i%C3%A7erisinde%2C%20g%C3%BCne%C5%9F,W%2F%20m2'dir.

 

ABD’nin Niosh sağlık hizmetleri merkezi radyasyon ortamında çalışanları için en fazla maruz kalabilecekleri UV ışının 1 saat için 0.1 mikrowatt ölçeğinden fazla olmaması gerektiğini rapor etti. 8 saat çalışma sonunda 0.8 mikrowatt olarak en yüksek seviye olarak belirlendi.

Yani bir kişinin gün içerisinde en fazla maruz kalabileceği UV seviyesi 0.8 mikrowattı geçmemelidir. Fakat yapılan ölçülere göre halihazırda saatte 1.7 mikrowatt güneşten gelen UV ışınlarına maruz kalıyoruz. Yani 2 saat maruz kalındığında 2x1.7=3.4 mikrowatt Uv ışını. Fakat ne kadar uzun süre bu ışınlara maruz kalırsanız o kadar etkisi ve derinliği artıyor.  10 dakikadan sonra katlanarak etkisi çoğalıyor. Cildinize bir şeylerin battığı hissi oluştuğunda artık tehlikeli seviyelere ulaştığı anlamındadır. Bu nedenle tarım alanlarındaki mahsuller yanabiliyor, ağaçlardaki meyveler vaktinden önce bozulabiliyorlar.
Ayrıca yağışlarla yüzeye inen sulardaki toksik ve polimer düzeyi korkunç dereceye ulaştı ve birçok bilimsel rapor bu durumu onaylıyor. 

Uv ışınları ayrıca okyanusların oksijen üretim özelliğini de etkiliyor. Planktonlar okyanuslardaki fotosentezin yüzde 95'ini gerçekleştirerek atmosferdeki oksijenin yarısını sağlıyorlar. Ayrıca bir araya gelerek bazen tonlarca ağırlığa ulaşabiliyorlar. Bu da mavi balinalar gibi devasa deniz canlıları için besin kaynağı oluşturuyor.


Planktonlar, suyun akıntısı ile hareket edebilen ve yunanca kelime anlamı da dolaşan, sürüklenen organizmalar topluluğudur. Planktonları fitoplankton ve zooplankton olarak iki ana grupta inceleyebiliriz. Fitoplankton, yalnızca suların üst kısmında yaşayabilen türdürler. Bu kısma dikkat edelim. Çünkü güneş ışığından faydalanarak havada ve suda bulunan karbondioksiti büyümeleri için gerekli olan şekere dönüştürürken oksijen gazı salgılarlar. Bu nedenle suyun derininde güneş görmeden yaşayamazlar.
Buradan ne anlıyoruz, fitoplanktonlar hem atmosferimizin oksijeninin yüzde 50'sini sağlıyorlar hem de karbondioksidi emdikleri için bu gazın atmosferde belirli bir seviyede kalmasını sağlayarak dünyanın zamanla ısınmasını engelliyorlar.
Zooplanktonlar, fitoplankton dahil çeşitli bitki maddesi türleri ile beslenirler. Su altında gördüğümüz birçok canlı için besin kaynağı sağlarlar. Planktonlar her zaman çok küçük olmayabilir. Mesela deniz anası bir zooplanktondur.

Nature dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, dünya okyanuslarında yaşayan bitkisel plankton seviyesi 1950’li yıllarına göre yüzde 40 oranında azaldı. Bu canlılar, atmosferdeki karbondioksitin emilmesinde de önemli bir role sahiptirler. Dolayısıyla sulardaki oksijen ve besin seviyesi düştüğü için deniz canlıları da yok oluyor.

Marmara denizindeki müsilaj faciasının sebebi de budur. Planktonların ölmesi ve oksijen seviyesinin düşmesi. Bu sebeple okyanus suları var, dünya susuz kalmaz denmemeli, çünkü su kıtlığı suyun olmayışından değil, su kaynaklarının kirlenmesi sonucu meydana gelir.
Planktonların azalma sebeplerinin en başında denizlerdeki kirlilik ve UV ışınlarının olması gereken sevinen çok üzerine çıkmasıdır. Araştırmacılar bu ışınları okyanus sularının 15 metre derinliğe kadar indiğini saptamışlar.
Ultraviyole ışın seviyesinin bu denli yükselmesinin sebebi ozon tabakasının ciddi anlamda incelemesidir ve Ozon tabakasının incelmesine neden olan şey ise jeomühendislik operasyonları ve küresel ısınma ile mücadele adı altında püskürtülen ağır metallerdir.

 

Hava Harbi: Harpte Hava Modifikasyon Teknolojisi

Doğanın kırılganlığının farkına vardıkça, onu bir savaş silahı olarak değiştirmek için daha çeşitli ve karmaşık yollar tasarlandı. Şimdi ufukta nükleer savaştan daha feci yeni bir silah sınıfı var. Çevreyi değiştirmek için hava ve iklim değişikliği teknolojileri, iklim ve hava sistemlerini savaş silahlarına dönüştürmek için kullanılabilecek yöntemlerdir. Güneydoğu Asya'da muson mevsimini uzatmayı amaçlayan Temel Reis Operasyonu'nu hatırlatalım.

Kaptan Orville, "Düşman bir ulus hava kontrolü sorununu çözerse ve büyük ölçekli hava modellerini bizden önce kontrol etme konumuna gelirse, etkileri nükleer çatışmalardan bile daha yıkıcı olabilir" konusunda uyarmıştı. Bu yazıda, Savaşta Hava Modifikasyon Teknolojisini ve bu modern savaş yönteminin herhangi bir ülkeyi ekonomik, Taktik, Stratejik ve Gizli olarak yok etmek için nasıl kullanılabileceğini derinlemesine inceledim.


Hava Harbi nedir?

Hava savaşı, modern savaşta, havayı kasıtlı olarak değiştirmek için hava modifikasyonu ve jeomühendislik tekniklerini kullanan bir savaş yöntemidir. Böylece bu değişen hava, düşman ulusun ekonomik, stratejik ve örtülü olarak yenilebileceği şekilde kullanılabilir. Mümkün olduğunca fazla hasar oluşturur. Bu durumda düşman kötü hava koşulları nedeniyle savaşa giremeyebilir. Hava savaşı tekniğinin en yaygın şekli, yağmur veya karı artırmak için kullanılabilen bulut tohumlamadır. Hava durumu modifikasyonu, bir taktik silahı, stratejik bir silah veya bir düşman devletin refahını zayıflatmanın gizli bir yolu olarak hizmet ettiği için savaşta kullanılabilir.

Askeri Hava Modifikasyon Teknolojisi ve hava kontrol programları birçok yönden benzerdir. Sıcak ve aşırı soğumuş sisi ortadan kaldırma, bulut örtüsünü değiştirme, yağışı artırma (yağmur veya kar), yıldırımları manipüle etme ve kasırgalar ve diğer şiddetli fırtınalarla başa çıkma teknikleri dikkat çekmiştir. Atmosfere kirletici madde enjekte etmenin, kar fırtınası yapmak için bulutlara donmuş karbondioksit salmanın ve ozonu tüketmenin etkisi, hepsiyle deneyler ve hesaplamalar yapılmıştır.

Stratejik olarak, bir düşmana ordusunun kaynağından saldırmak için kullanılabilir. Bu, düşmanları ekonomik ve politik olarak zayıflatacaktır. Gizlice düşmanın ekosistemine zarar verebilir, tarımı yok edebilir ve iletişim ağlarını devre dışı bırakabilir.

Hava Durumu Modifikasyonunu test etmek için deneyler

1924'te Harvard Üniversitesi'nden Prof. Emory Leon Chaffee, hava durumunu değiştirmek için bir uçaktan yüklü kum dağıttı. 1930'da W. Veraart, havayı değiştirmek için bulutlara kuru buz atıp, tekniği ve sonuçları sadece Hollanda dilinde olan kitabında yayınlandı. MIT'den Prof. Henry G. Houghton, sisi dağıtmak için 1938'de sislere higroskopik çözeltiler püskürttü.

13 Kasım 1946'da General Electric Araştırma Laboratuvarı'nda çalışan bir pilot olan Curtis Talbot ve bir bilim adamı olan Dr. Vincent J. Schaefer, Schenectady, New York'un yaklaşık 30 mil doğusunda 14.000 fit yüksekliğe uçtu. Hava kontrolü ile deney yapmak için bulutlara üç kilo kuru buz (donmuş karbondioksit) attılar, sonuçlar karşısında şok oldular. Güneye doğru döndüklerinde, Dr. Schaefer fark etti ve şöyle dedi, "Arka tarafa baktım ve az önce içinden geçtiğimiz bulutun tabanından düşen uzun kar tanelerini görmek beni çok heyecanlandırdı. Parıldayan kar kristalleri yığışının içinden geçtik! Söylemeye gerek yok, oldukça heyecanlandık” dedi. Yapay kar ürettiler ya da buna kar fırtınası diyebilirsiniz.

General Electric Araştırma Laboratuvarı'nın deneylerini takiben, insanlığın nihayet savaş için hava durumunu düzenleyebileceği ve değiştirebileceği hissi vardı. ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki gerilim arttıkça, hava kontrolü nükleer silahlardan bile daha yıkıcı olabilecek potansiyel bir silah olarak görülüyordu.

Hava Harp Tarihi

Ağustos 1953'te, ABD'de Başkanın Hava Kontrolü Danışma Komitesi kuruldu. Açıklanan amacı, hava modifikasyon yöntemlerinin etkinliğini ve hükümetin bunlara ne ölçüde katılması gerektiğini değerlendirmekti. Kutuptaki buzulları eritmek ve yıkıcı selleri serbest bırakmak için renkli pigmentler kullanmak, talep üzerine yağış oluşturmak için stratosfere büyük miktarlarda toz salmak. 

Bering Boğazı boyunca Arkady Borisovich Markin adlı bir Rus mühendis tarafından bir baraj projesi de tasarlandı (Bering Boğazı, Pasifik ve Arktik okyanusları arasında, Rusya'nın Uzak Doğu'sunun Chukchi Yarımadasını ABD, Alaska'nın Seward Yarımadası'ndan ayıran bir boğazdır.) Nükleer güçle çalışan binlerce pompa ile donatılmıştır. Bu, Pasifik Okyanusu sularını yönlendirecek, teoride New York ve Londra gibi yerlerde sıcaklıkları yükseltecek. Markin'in beyan ettiği hedef "kuzey yarımkürenin aşırı soğuğundan kurtulmak" olsa da, Amerikalı uzmanlar hava kontrolünün sel oluşturmak için kullanılabileceğinden endişe duyuyorlardı. 1950'lerin ortalarında hem Amerikalı hem de Sovyet bilim adamları tarafından tasarlanan tüm yöntemler medyada açıkça tartışıldı.

Temel Reis Operasyonu, 1967'den 1972'ye kadar süren çok gizli bir ABD askeri operasyonuydu. Amaç, Güneydoğu Asya'da Muson mevsimini uzatmaktı. Sağanak yağmur Vietnam ordusunun taktik lojistiğini başarıyla engelledi. Hava durumu manipülasyon teknolojisinin savaşta ilk etkili kullanımının Temel Reis Operasyonu sırasında gerçekleştiği söyleniyor. Çevresel Manipülasyon Sözleşmesi (ENMOD), ortaya çıktığında savaşta hava modifikasyonunun kullanılmasını yasakladı. Fakat günümüzde bu sözleşmeye uyulmadığını açıkça görüyoruz.


Hava Harbinde kullanılabilecek Hava Modifikasyon Teknolojisi

Dünya çapında birçok ülke, havayı nasıl manipüle edeceğini ve savaşta nasıl kullanacağını bilmek için hala birçok tatbikat ve deney yapıyor, örneğin, Ruslar uzun süredir doluyu kontrol etmenin bir aracı olarak hava modifikasyonuyla ilgileniyorlar. Çin ayrıca yağmur getirmek için bulut tohumlamayı kullanıyor.

Hava Kontrolü, bir nükleer savaş kadar etkili olabilir.

General Electric Araştırma Laboratuvarı için yapılan ilk deneyler sırasında Dr. Vincent J. Schaefer ile birlikte çalışan Nobel ödüllü bir fizikçi ve yağmur yapımında öncü olan Dr. Irving Langmuir'e göre, “Yağmur yağma veya hava kontrolü aynı derecede etkili olabilir. Savaşta bir atom bombası olarak”. Langmuir, ideal koşullar altında 30 miligram gümüş iyodürün etkisinin, serbest bırakılan enerji açısından bir atom bombasınınkine eşit olduğuna dikkat çekti.



 Solda fizikçi Bernard Vonnegut, Vincent Schaefer'in kardeşi. Sağda Vincent Schaefer ve Bernard Vonnegut'un yanında gözlüklü duran Nobel ödüllü Irving Langmuir. Schaefer'ın buz kutusuna bir kar bulutu ekiyorlar.
Kaynak: Yenilik ve Bilim Müzesi Schenectady (New York)


Langmuir ayrıca, "hükümetin, Albert Einstein'ın 1939'da son Başkan Roosevelt'i atom parçalayıcı bir silahın potansiyel gücü konusunda uyardığı zaman atom enerjisini yaptığı gibi, hava kontrolü olgusunu da ele geçirmesi gerektiğini" söyledi. Langmuir'in hava kontrolüyle ilgili sözleri, 11 Aralık 1950'de Charleston Daily Mail'de kısa bir makalede yayınlandı.

1953 Başkanlık Hava Kontrolü Danışma Komitesi başkanı Yüzbaşı Howard Thomas Orville'e göre, “Güneydoğu Teksas'taki bir meteoroloji istasyonunda radar ekranında Waco'ya doğru hareket eden tehditkâr bir bulut oluşumu görüyor; bulutun şekli bir kasırganın oluşabileceğini gösteriyor. Hava Durumu Kontrol Merkezine acil bir uyarı gönderilir. Uçakların bulutu dağıtması için bir emir gelir. Ve yeni başlayan kasırganın ilk görülmesinden bir saatten kısa bir süre sonra, uçak telsizinden mesaj geldi: “Görev tamamlandı.” Fırtına koptu; fakat can kaybı, maddi hasar olmadı. Bugün bir kasırganın yıkıcı etkisini önlemek kulağa hoş gelebilir. Fakat bu süreçte hava modifikasyonunun nasl iklime etki ettiğini görebiliyoruz. Zira doğanın her hareketi engellendiğinde daha yıkıcı olarak geri gelir.
Hidrojen bombası ve süpersonik uçuşlar çağındayız ve bilim yalnızca yeni başlayan kasırgaları ve fırtınaları dağıtmanın değil, aynı zamanda tüm hayal gücümüzü sarsan, havamızı etkileyecek yıkıcı yöntemler bulmuşturlar.
Collier's dergisinin kapağında, bir adam bir manivela ve düğme sistemiyle mevsimleri değiştirirken tasvir edildi. Atom bombaları ve süpersonik uçuş çağında, parçanın vurguladığı gibi, yirminci yüzyılın ikinci yarısında her şey akla yatkın görünüyordu. Kaptan Orville, 28 Mayıs 1954 tarihli kapak makalesinin yazarıydı.


Hava durumunu kasıtlı olarak değiştirmek ve onu savaş için kullanmak insanlık dışı bir savaş yöntemidir, ancak düşmanca bir ulus hava kontrolü sorununu çözerse ve büyük ölçekli hava modellerini kontrol edebilecek konumdaysa, sonuçlar nükleer savaştan daha feci olabilir. Kaptan Orville'in dediği gibi, dünyadaki ülkelerin hava savaşında ustalaşmayı deneyecekleri açıktır. Fakat ABD, Rusya ve Çin zaten çoktan ustalaştılar.
Bizim bakış açımıza göre hava, dünyanın, ayın, okyanusun güneşe bağlı olarak değişmesi nedeniyle doğal olarak oluşan ve değişen doğal bir sistemdir, içinde her türlü insan değişikliği çok kötü sonuçlar doğurabilir. Birçok yönden bu, düşman ülkeyi yok edebilir, böylece o ülke bir daha asla ortaya çıkmaz. Hava harbi, dünya ülkelerinin birlikte düşünmesi ve düzenlenmesi için uygun adımları atması gereken çok yıkıcı bir savaş sistemidir.”



Kimyasalların iklim silahlarının bir bileşeni olduğu, 9 Ekim 2009'da Moskova'da sıradışı bir iyonize bulutun fotoğraflanmasıyla kanıtlanmıştır.





Güçlü gök gürültüsü deşarj yaşanabiliyor. Benzer fırtına 25 Aralık 2010'da Moskova bölgesinde ve gökyüzünde sarı-yeşil parıltılar Çin'deki yıkıcı depremden önce gözlemlendi.



Polarfiş daha önce gözlenmediği alanlarda, örneğin kutuplar ve Hint Okyanusu'nun üzerinde parlıyor. 29 Mayıs 2010 tarihinde yapılan uydu resmi

2010 yılında meydana gelen olayları analiz ederseniz, o zaman tüm bunların kendi içinde olmadığını gösteren bir mantık bağlantısı olduğunu görürsünüz. İki Etkinlik- 20/21, 2010 Mart tarihlerinde İzlanda'daki volkanın patlaması ve 20 Nisan 2010'da Meksika Körfezi'ndeki petrol felaketi.

 

Püskürtmelerin Diğer Amaçları / insanlar ve Canlılar Üzerindeki Etkileri

Birçok bilimsel rapor bazı insanların kanlarının değişme evresinde olduğunu gösteriyor. Bu konuda en uzman isimlerden biri kendini bu araştırmalara adamış Amerikalı bilim insanı Clifford Carnicom’dur. Carnicom’un araştırmalarına göre Meksiko’daki bazı bakir ortamlardan alınan örneklerde insan kanına benzer bazı hücrelere rastlanmıştır. Bu hücreler insan kanındaki alyuvarlara benzer fakat kabukları oldukça serttir.
Ayrıca Morgellon gibi ciddi bir hastalığın sebebi de aerosol püskürtmeler olduğu Carnicom araştırmalarıyla ortaya çıkmıştır. Clifford bu açıklanamayan hastalık üzerinde uzun zamandır çalışıyor ve yüksek penetrasyon yeteneklerinden dolayı atmosferik aerosol nanoparçacıklarının kan içine solunması ve kırmızı kan hücrelerinde hasara yol aaçması sonucu ortaya çıktığına inanıyor.

Atmosferik aerosoller tarafından hava enfeksiyonu, solunum sisteminin masif hastalıklarına, astımlı nöbetleri, çeşitli alerji türlerine ve kronik kuru öksürüğe yol açar. Tüm mutasyon griplerinin kitlesel salgınları da chemtrails tarafından tetiklenir.

Püskürtmelerin vazgeçilmezi Baryum ismi, "ağır" anlamına gelen Yunanca "barys" kelimesinden gelmektedir.
Çok yaygın kullanılan bir element değildir. Çoğu, petrol ve gaz kuyuları için sondaj sıvılarında kullanılır. Boya ve cam yapımında da kullanılır. Tüm baryum bileşikleri toksiktir; ancak, baryum sülfat çözünmez ve bu nedenle güvenli bir şekilde yutulabilir. Sindirim bozukluğu olan hastalara bazen bir baryum sülfat süspansiyonu verilir. Baryum ağır bir elementtir ve X ışınlarını dağıtır. Böylece vücuttan geçerken mide ve bağırsaklarda röntgende ayırt edilebilir. Baryum tozu havada kendiliğinden tutuşabilir. Yüksek kimyasal reaktivitesi nedeniyle baryum doğada hiçbir zaman serbest bir element olarak bulunmaz. Yapılan analizler sonucu bu madde püskürtmelerin yoğun olduğu bölgelerde toprakta bol miktarda bulunmuştur. Bu da aerosollerin içeriğinde baryum olduğuna bir kanıttır.

Baryum zehirlenmesi ağızda yanma, mide ağrısı, bulantı, kusma, baş dönmesi gibi belirtilere sahiptir.  Nabız yavaşlaması, kalp ritim bozukluğu, kan basıncındaki düşüş gibi ciddi durumlara yol açıyor. Alzheimer, otizm ve nörolojik hastalıklar da aerosoller sonucu ortaya çıkabiliyor. 









Püskürtmelerden ortaya çıkan sadece ağır metaller değildir. Bilimsel raporlar aerosollerin içeriğinde plastik nanoliflerin de olduğunu bunun yanında hava kirleticilerde de plastik liflerin olduğunu tespit etmişler. Geçtiğimiz günlerde Antarktika’daki karlarda nanoplastik liflere rastlandığı haberini okuduk.


Nanoplastik lifler insanların ve diğer canlıların akciğerlerine solunum yoluyla girmekte ve yapışmaktadır. Bu da ciddi solunum sorunlarına yol açmaktadır.  Peki bu nanoliflerin tamamı plastik mi yoksa bir tür bilinmeyen organizma ve mantarımsı yapıları mı var? Morgellon’ hastalığında ciltten sarkan ve uzamaya başlayan liflerin de mantarımsı yapıları olduğu anlaşılmıştır. O halde bütün bunlardan yola çıkarak gezegenimizde birtakım deneyler söz konusunu olduğunu mu anlamalıyız yoksa birileri bilinçli olarak çeşitli insan bünyelerine veya kan gruplarına göre bir tür melezleme/ asimilasyon/ kolonizasyon programı mı yürütüyor? O halde bunu yapanlar insan mı yoksa farklı zeki formlar mıdır?

US7582809B2 nolu patente bakılırsa bitki genlerini Alüminyuma uyumlu hale getirmek için gen çalışmaları yapılmış ve bu gen uyumlanmasının bir yolunu bulmuşlar.
Soru şu ki neden alüminyum püskürtmelerinde bitki genlerini değiştirecek kadar ısrarcılar?



Carnicom’un 26 Kasım 2019’da yayınladığı “Bir Türün Dönüşümü” adlı makalesinde insan ve bazı canlıların kanları üzerinde yaptığı araştırmaların sonucu yer alıyor. Bu bilimsel makalede insan kanında bazı bakteri benzeri organizmaların kan hücrelerine nüfuz ederek onları değiştirdiğine dair gözlemler ve araştırmalara değinmiştir.


Kanın durumuna zarar veren bir organizma ve yöntem tespit edildi ve doğrudan gözlemlendi. Burada bildirilen kan varyasyonları, "Morgellons" durumunun varlığı ve ciddiyeti ile doğrudan ilişkilidir. Carnicom Insitute tarafından 2009'da yayınlanan, “A Mechanism of Blood Damage” başlıklı bir ön rapordan. Bu makale ilk olarak Etki Alanları Arası Bakterilerin (CDB) [geçici isimlendirme] insan kanı üzerindeki bilinen etkisini sundu.

Burada kesinlikle bahsedilebilecek bir diğer ilgili makale, Mayıs 2014'te yazılmış “Etki Alanları Arası Bakteri İzolasyonu” (Cross-Domain Bacteria Isolation) (CDB) başlıklı makaledir. Bu makale, önemli mikrobiyolojik keşiflerin tekrarlanan ve sürekli sunumuna rağmen bilimsel, tıbbi ve devlet topluluklarının uzun süreli çekimser kalma, kaçınma ve ihmal etmelerine yanıt olarak geçici “Etki Alanları Arası Bakteriler” (CDB) terminolojisini tanıtmaktadır.

“Morgellons” denilen durumla bağlantılı olarak var olduğu bilinen yeni ve her yerde bulunan bir yaşam formunun tanımlanmasına, sınıflandırılmasına ve adlandırılmasına izin vermek için yeterli bir süre geçti. Bu çağrı şu ana kadar bilim camiasında dikkate alınmadı ve daha hızlı ilerleme gerekiyor. Keşfedilerek (ref. The New Biology Ocak 2014), bu resmi olmayan tanımın artık durumu karakterize etmek için yeterli olmadığı belirtilmiştir; bilinen özellikleri ile kapsamlı, tekrarlayan ve kültürlenebilir bir yaşam formu.”

Yazıldıkları sırada ne kadar garip gelse de bir sonraki benzer makalelerde geliştirilen belirli kültürlerde var olan değiştirilmiş veya yapay kan olasılığını ortaya koydu.

"Yapay kan" kavramı o zamanlar çoğumuz için olasılık normunun dışında kalmış gibi görünse de zamanla bize biyoloji normlarının son on yılda kesinlikle çarpıcı biçimde değiştiğini göstermiştir. Bu bildiriler yazıldıktan kısa bir süre sonra yapay kan araştırmaları (askeri ihtiyaçlara özel önem verilerek) kamuya açıklandı. Biyolojiyi ve yapay biyolojiyi merak eden herkes, dünyanın ne kadar hızlı değiştiğini anlamak için yalnızca CRISPR gen teknolojisinin ne denli geliştiğine bakmalıdırlar.

Araştırmaları desteklemek için birkaç temsili görüntü aşağıda sunulmuştur. Bunlar beklenmedik kültür denemesi sonuçlarının bazılarını ve ardından gerçekleşen hemoglobin testini temsil eder. O zamanlar (2009) mikroskop ekipmanı nispeten yeni gelişiyordu ancak tüm çalışmalar ayırt edici, benzersiz ve ihtiyaç duyulan noktaya kadar tekrarlanabilir. İkinci makale, mikroskobik ekipmanı ve teknikleri ile önemli kalite iyileştirmeleri göstermektedir. Okuyucular ayrıca, 10 yıldan uzun bir süre önce incelenen veya kültürlenen kan örneklerinde CDB'nin belirgin varlığına da dikkat etmelidir.



İlerlemeden önce, “nerede” sorusunu ele alalım. Bu olağandışı ve spesifik mikrop nereden geliyor ve kaynağı nedir?
Cevap, bu noktada "çevresel" dir.  Çünkü genel ortamda, küresel düzeyde, incelenen tüm fiziksel örneklerde mevcuttur. İlk örnek olarak hava, su, toprak ve yiyecekleri içerir. Bu özel mikrobun (organizmanın) her yerde var olduğunu kabul etmekten çekinme, inkâr etme, kaçınma veya reddetme stratejileri veya düşünceleri bu noktada bilgisizce ve boşuna görünmektedir. Mikrobun "ortadan kaldırılması" da sonuçsuz bir girişim gibi görünecektir. Burada ve öngörülebilir hiçbir şey yok olacağını göstermiyor. Dünyamız mikroplarla doludur; bazıları nötr, bazıları zararlı ve bazıları iyi huyludur. Herkes, çeşitli mikropların, hatta zararlı olarak tanımlananların etkisi altında aynı şekilde etkilenmez. Bilinen kanıt şudur: Bu özel mikrobun ilk tespit edilen kaynağı, 1999'da yapılan ilk incelemelerle olağandışı bir havadaki filament örneğindeydi. Amerika Birleşik Devletleri Çevre Koruma Ajansı EPA bu ön keşiflerde yer aldı ancak buna rağmen EPA Örneği Tanımlamayı Reddetti (Haziran 2000)





Makalenin tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
https://carnicominstitute.org/the-transformation-of-a-species/

 

Peki Carnicom’un Kan üzerindeki bu araştırmalarından ne anlıyoruz?

 Clifford Carnicom institusunun araştırmaları şimdiye kadar tanımlanmamış yeni bir mikrobiyal organizmanın varlığını ispatlıyor. Bu yaşam formu CDB yani “Cross-Domain Bacteria Isolation” (Etki Alanları Arası Bakteriler) olarak tanımlanmış olsa da bu ismin de yetersiz olabileceği kanaatine varılmıştır. Her halükârda bu organizma bir tür bakteri olarak görülmektedir. Bu bakteri kan hücrelerine parazitlenerek hücre yapısını değiştiriyor. Dolayısıyla DNA mutasyonuna neden olabiliyor. Morgellon hastalarından alınan kan örneklerinde daha çok bu bakteriye rastalanırken köpekler dahil birçok canlının da kanında gözlemlenmiştir. Mutasyona neden olan bu organizmanın çevresel kaynakların kirlenmesi sonucu ortaya çıkmış olduğu düşünülse de çevresel kirlilik geniş bir kategoriye yayıldığı için aerosoller dahil bazı insan dışı müdahaleler sonucu da ortaya çıkmış olabileceği fikri aklıma gelmiyor değildir. “Kör Tanrılar Küresel Asimilasyon” kitabımı okuyanlar bilir. Süreç bizim acele ile beklediğimiz kadar hızlı ilerlemez ancak on hatta yüz yıllara yayılmış bir süreçte özellikle insanların mutasyona uğrayarak farklı bir forma dönüştürme projelerinin var olduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır.  Ne yazık ki bu durum bilinmesine rağmen küresel çapta ciddi bir örtbas söz konusudur.

Carnicom’un Morgellon araştırmalarında ortaya çıkan gerçeklerden biri de bu hastalığa sebep olan organizmanın da yine CDB bakterisi olduğu gerçeğiydi.

Clifford Carnicom’un Haziran 2019’da yayınladığı “Morgellons: The Evidence is Evident” (Morgellons: Kanıt açıktır) makalesinde bir mogellon hastasından aldığı ayak tırnak örneği üzerindeki araştırmaları yer almaktadır.  

Ayak tırnağından alınan örnekte açıkça büyümekte ve yayılmakta olan filament ağını gözükmektedir.

Ayak Tırnağındaki “Morgellons” durumunun karakteristiği olan benzersiz ve tanımlanabilir filament ağının büyümesi- Büyütme yaklaşık 15x.


Görüntüde morgellons’un benzersizliğini ve bu duruma neden olan eşsiz mikrobiyolojiyi bir kez daha ortaya koymaktadır. Hipotezi ortaya koymaya devam eden veya yukarıdaki fiziksel sonucun bilinen geleneksel mikroplardan (örneğin Borrelia, Agrobacterium) kaynaklandığını iddia eden herhangi bir tutum yanlış yönlendirilmiş ve doğru değildir. Morgellonların durumunu açıklamak için “kronik lyme hastalığı” gibi Lyme Hastalığının yeni veya belirsiz “varyantlarını” oluşturmak için bu argümanı genişletme çabaları eşit derecede yanlıştır. Lyme'nin durumunun bir spiroket olan Borrelia'dan kaynaklandığı biliniyor. Yukarıdaki duruma neden olan mikrop bir spiroket değildir ve mikrobiyal büyüme ve yaşam döngüsü Borrelia'dan tamamen farklıdır. Morgellons durumuna neden olan mikrop iyi araştırılmıştır. Benzersiz ve tanımlanabilir bir formdur. (Kay: Cross-Domain Bacteria Isolated, May 2014).


İnsan ayak tırnağından filament ağının büyümesinin mikrofotografisi
Büyütme yaklaşık. 300x




İnsan ayak tırnağından filament ağının büyümesinin mikrofotografisi
Büyütme yaklaşık. 800x.



Tek bir filament içinde tespit edilen CDB yakın görünümü
Ayak tırnağı ağının büyümesinden. Dairenin merkezinde küçük dairesel (coccus) form.
Bu mikrobun ölçümü ~ 0,3 ila 0,4 mikron çapındadır.
Filamentin orijinal büyütmesi yakl. 3200x. 


Bu özel filament ağının benzersiz yapısal, morfolojik ve büyüme özelliklerinin, her bakımdan, Morgellons durumuna neden olan benzersiz mikrobiyolojinin Carnicom Enstitüsü tarafından yapılan önceki araştırmayla eşleştiği görülecektir.
Clifford E Carnicom
Jun 13 2019

 

Aerosollerle Sahte Küresel ısınma ve Kuraklık Oluşturmak!

Alt atmosfere herhangi bir metal partiküllerinin püskürtülmesinin alt atmosferi ısıtma anlamında olduğunu unutmamak gerekiyor.

Küresel ısınma sorunu olarak adlandırılan sorunu arayan ve bu sorunla ilgili endişelerini dile getirenler, araştırmalarına alt atmosfere yapay olarak nüfuz ettirilen metalik aerosollerin termodinamiğine ilişkin bir araştırmayla başlamadırlar.

 Aerosol operasyonlarının küresel ısınma sorunu üzerinde hafifletici bir etkiye sahip olduğuna dair herhangi bir iddia, fizik ve termodinamiğin temel ilkeleriyle doğrudan çelişen tam bir cephe gibi görünmektedir.

Hükümetlerin, medyanın ve çevre koruma kurumlarının kamu soruşturmasına yanıt olarak samimiyet ve dürüstlük göstermemesi bu konunun örtbas edilmesini istediklerini gösteriyor. Artık bu gezegenin can damarını kalıcı olarak bozan yoğun aerosollerin birincil etkilerinden birinin, soluduğumuz atmosferin ısınması olduğunu anlamanın zamanı geldi.

Gezegeni alt atmosferde sözde ısı yansıtıcı aerosollerden oluşan bir battaniyeyle korumak için hayırsever, ancak zorunlu olarak gizli bir girişimin var olduğunu iddia etmeye devam edenler, bu iddianın birincil kanıtını sağlamak zorunda kalacaklar. Bu iddianın sağlam fiziksel ilkeler ve gözlemlerle gerekçelendirilmesi gerekecektir.

Yakın zamanda yapılan analizler yürütülen kapsamlı ve sistematik aerosol operasyonlarının şu anda yaygın olarak gözlemlenen kuraklık koşullarını yarattığını göstermektedir.

Bu durumu anlamak için öncelikle bir maddenin "özgül ısısı" olarak bilinen fiziksel terimi tanıtmak gerekir. Özgül ısının tanımı şu şekildedir:

Öz ısı, sıcaklıkta bir derecelik bir artış meydana getirmek için bir maddeye akması gereken ısı miktarıdır.

Özgül ısı, öz ısı ya da ısınma ısısı, C.G.S. birimleri sistemine göre bir maddenin 1 gramının sıcaklığını 1 C°, S.I. birimleri sistemine göreyse 1 kilogramının sıcaklığını 1 K° arttırmak için gerekli olan ısı enerjisi miktarıdır. Öz ısı, maddenin bulunduğu fiziksel hâl, basınç ve sıcaklığa göre az da olsa değişkendir.

Öz ısısı yüksek olan bir maddenin sıcaklığını belirli bir miktarda yükseltmek için, öz ısısı düşük olan bir maddeden daha fazla ısı enerjisine ihtiyaç duyar. Benzer şekilde ve tersine ve özellikle mevcut tartışmayla ilgili olarak, daha düşük özgül ısıya sahip bir maddenin sıcaklığı, daha yüksek bir özgül ısıya sahip bir maddeye göre belirli bir miktarda ısı ile sıcaklığı daha fazla artacaktır.


Element veya Bileşen

Özgül Isı kJ / (kg * K)

Hava

1.003

Su

4.184

Buz

2.1

Alüminyum

0.92

Baryum

0.19

Titanyum

0,52

Magnezyum

1.02

Kalsiyum

0.65

İncelenen elementlerle ilgili olarak, magnezyum, su ve buz dışında her birinin havadan daha az özgül ısıya sahip olduğunu görebiliriz. Mevcut analiz, havanınkinden daha az özgül ısıya sahip elementlerin her birinin eklenmesinin, belirli bir ısı miktarı için değiştirilmiş havanın sıcaklığını artırma etkisine sahip olacağı sonucuna varmamıza neden oluyor. Tam tersine, suyun atmosfere girmesinin, özgül ısının büyük değeri nedeniyle ısı azalması üzerinde yararlı bir etkiye sahip olacağını da görüyoruz.

Birbirinden farklı materyallerin sıcaklıklarını 1 derece arttırmak için farklı miktarlarda ısı enerjisi uygulamak gerekir. Örneğin 1 kg demirin sıcaklığını 20 dereceden 30 dereceye kadar çıkarmak için 4.5 kJ miktarında bir ısı enerjisi gereklidir. Öte yandan 1 kg suyun sıcaklığını 10 derece arttırmak isterseniz 41.8 kJ’lük bir ısı enerjisine ihtiyacınız vardır. Bunun nedeni de suyun enerji depolama kapasitesi demire göre oldukça yüksek, demirin ısı iletkenliği de suya göre oldukça yüksektir. Yani bir maddenin sıcaklığını arttırabilmek için önce o maddenin ısı depolama kapasitesinden daha fazla enerji uygulamanız gerekmektedir. Kısacası maddelerin enerji depolama kapasitesini belirten kavrama özgül ısıöz ısı veya ısınma ısısı denir.

 

Burada Su ve Baryum’u kıyaslayalım.

Suyun özgül ısısı 4.184

Baryumun özgül ısıs ise 0.19

Su 4.184 kj ısıyla sıcaklığı 1 derece artmış olacaktır. Baryum ise 0.19 kj miktardaki ısıyla sıcaklığı 1 derece armış olacaktır. Dolayısıyla ikisi aynı ortamdaki ısı enerjisine maruz kaldıklarında baryumun sıcaklığı suya göre daha fazla artmış olacaktır.

Bu durumda püskürtülen Baryum partikülleri ısınarak atmosferin katbekat daha fazla ısınmasını sağlayarak kuraklığı tetikleyecek veya şiddetlendirecektir.

  

CHEMTRAILS VE HAARP

Not: ‘Kör Tanrılar Küresel Asimilasyon’ kitabımdan alıntıdır. Daha fazla bilgi için kitaba ulaşabilirsiniz.


Muhtemelen her şey Nikola Tesla’nın frekanslar ve elektrik akımları üzerindeki deneyleri ve buluşlarıyla başladı. Bu alanda birçok deney ve patenti bulunan Nikola Tesla’nın deneylerinden biri de titreşim deneyiydi. 1897’de cihaz hazırdı ve 1898’de New York’taki laboratuvarını sallatmayı başardı. Ayrıca bu küçük titreşim jeneratörünü farklı binalarda da denemiştir. Tesla bu prensibi 1912’de Nikola Tesla, Dreamer adlı makalede The World To-Daydergisinde Allan L. Benson ile paylaştı. Nikola Tesla’nın bu titreşim deneyi ile ilgili meşhur anlatımını hatırlayalım:

“Birkaç dakika içinde kirişin titremeye başladığını hissettim. Yavaş yavaş titremenin yoğunluğu arttı ve tüm inşaatı kaplamaya başladı. En sonunda yapı gıcırdamaya ve bükülmeye başlamıştı. İşçiler deprem olduğunu sanmış ve iskelelerden aşağı atlamıştı. Binanın yıkılacağı söylentileri yayılmaya başlamış polis birlikleri yola çıkmıştı. Ciddi bir sonuç doğmasına mahal vermeden vibratörü cebime attığım gibi oradan uzaklaştım. Eğer makineyi on dakika daha fazla işler halde bıraksaydım tüm yapı yerle bir olacaktı. Aynı vibratörle Brooklyn Köprüsü’nü bir saatten kısa bir süre içerisinde yerle bir edebilirdim.”



HAARP nasıl çalışıyor?


ABD’nin HAARP üssü 1992’de Alaska eyaletinde kuruldu. Bu bölgede inşa edilen HAARP antenlerinin amacı iyonosferin özelliklerini araştırma olarak açıklandı. haarp.gi.alaska.edu sitesinde bu araştırmalarla ilgili veriler yer almaktadır. Bu sitede HAARP hakkında şöyle bir açıklama mevcuttur:
“Yüksek Frekanslı Aktif Aurorasal Araştırma Programı veya HAARP, iyonosferin özelliklerini ve davranışını incelemeyi amaçlayan bilimsel bir çalışmadır. İyonosfer, Dünya yüzeyinin yaklaşık 50 ila 400 mil yukarısında, uzayın sınırına kadar uzanır. Nötr üst atmosferle birlikte, iyonosfer, Dünya’nın yaşadığımız ve nefes aldığımız alt atmosferi ile uzay boşluğu arasındaki sınırı oluşturur.
Araştırma tesisinin işletimi 11 Ağustos 2015'te Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri'nden Alaska Fairbanks Üniversitesi'ne devredildi ve HAARP'ın arazi kullanımı işbirliğine dayalı bir araştırma ve geliştirme anlaşması yoluyla iyonosferik fenomenoloji keşfine devam etmesine izin verildi.
HAARP, iyonosfer araştırması için dünyanın en yetenekli yüksek güçlü, yüksek frekanslı vericisidir. HAARP programı, aşağıdakilerden oluşan birinci sınıf bir iyonosferik araştırma tesisi geliştirmeye kendini adamıştır:
·         İyonosfer Araştırma Aleti, Yüksek Frekans aralığında çalışan yüksek güçlü bir verici tesisi. IRI, bilimsel çalışma için iyonosferin sınırlı bir alanını geçici olarak uyarmak için kullanılabilir.
·         Uyarılmış bölgede meydana gelen fiziksel süreçleri gözlemlemek için kullanılabilecek karmaşık bir bilimsel veya teşhis araçları takımı.
IRI'nin kontrollü bir şekilde kullanılmasından kaynaklanan süreçlerin gözlemlenmesi, bilim adamlarının güneşin doğal uyarımı altında sürekli olarak meydana gelen süreçleri daha iyi anlamalarını sağlayacaktır.
HAARP Gözlemevi'nde kurulu olan bilimsel araçlar, IRI kullanımını içermeyen ancak kesinlikle pasif olan çeşitli sürekli araştırma çalışmaları için de kullanılabilir. Bunlar arasında uydu işaretleri kullanılarak iyonosferik karakterizasyon, auroradaki ince yapının teleskopik gözlemi ve ozon tabakasındaki uzun vadeli değişikliklerin belgelenmesi yer alır.”
 
Günümüzde ABD’nin, Rusya’nın, AB’nin ve birçok ülkenin bu teknolojiye sahip olduğu düşünülmektedir. Bu sebeple artık savaşlar birbirlerinin iklimiyle oynama şeklinde gerçekleşecektir. Nikola Tesla’nın teorilerinden ve deneylerinden yola çıkarak birçok patent oluşturuldu. Günümüzde üslerden atmosfere radyo frekans dalgaları yayılmaktadır. Fakat bu frekanslar insan kulağının duyabileceği ses dalgaları değildir. 3-30 Hrz aralığındaki ses frekanslarıyla iyonosfere ELF (Extremely Low Frequency) dalgaları gönderiliyor. Bu işlem HAARP üssünde bulunan antenler vasıtasıyla aynı anda enerji yayılarak aynı noktada birleştiriliyor ve daha sonra iyonosferde bir araya getiriliyor. Alaska Gakona bölgesindeki HAARP sistemi 180 adet 22 metre uzunluğunda antenden oluşuyor. Bu antenler birbirine bağlanarak tek bir güçlü anten haline getirilmiştir. Bu şekilde milyonlarca wattlık ELF dalgalarını atmosferin küçük bir kısmına yönlendirebiliyorlar. Araştırmacılara göre yaklaşık olarak 3.6 milyon Watt’lık enerji, iyonosfere transfer edildikten sonra istenilen bölgeye uzaklık ne olursa olsun yansıtılabiliyor.
 

Günümüzde ABD’nin, Rusya’nın, AB’nin ve birçok ülkenin bu teknolojiye sahip olduğu düşünülmektedir. Bu sebeple artık savaşlar birbirlerinin iklimiyle oynama şeklinde gerçekleşecektir. Nikola Tesla’nın teorilerinden ve deneylerinden yola çıkarak birçok patent oluşturuldu. Günümüzde üslerden atmosfere radyo frekans dalgaları yayılmaktadır. Fakat bu frekanslar insan kulağının duyabileceği ses dalgaları değildir. 3-30 Hrz aralığındaki ses frekanslarıyla iyonosfere ELF (Extremely Low Frequency) dalgaları gönderiliyor. Bu işlem HAARP üssünde bulunan antenler vasıtasıyla aynı anda enerji yayılarak aynı noktada birleştiriliyor ve daha sonra iyonosferde bir araya getiriliyor. Alaska Gakona bölgesindeki HAARP sistemi 180 adet 22 metre uzunluğunda antenden oluşuyor. Bu antenler birbirine bağlanarak tek bir güçlü anten haline getirilmiştir. Bu şekilde milyonlarca wattlık ELF dalgalarını atmosferin küçük bir kısmına yönlendirebiliyorlar. Araştırmacılara göre yaklaşık olarak 3.6 milyon Watt’lık enerji, iyonosfere transfer edildikten sonra istenilen bölgeye uzaklık ne olursa olsun yansıtılabiliyor.




Aslında bu frekanslar atmosferi ısıtarak hava koşullarını değiştirebiliyor. Bu, bilinen ve kendi raporlarında itiraf edilmiş bir durum olsa da inkâr edilmeye devam ediliyor. Soru şu ki, biz onlara bu teknolojiyi ülkelere baskı yapmak için kullanmayacakları konusunda neden güvenmeliyiz? HAARP teknolojisinin chemtrails ile ilişkisini de unutmamalıyız. Zira daha alt katmanlarda bir yansıtıcı oluşturmak için yansıtıcı görevi yapan partiküllerin havaya püskürtülmesi de gerekiyor. Aims Araştırma Merkezi’nin verilerine göre iyonosferdeki elektronsal değişimlerle beş üzerindeki depremlerin arasında bir bağlantı olduğu tespit edilmiştir.



İklim ve atmosfer savaşlarının en önemli özelliği inkâr edilebilir olmasıdır. Bunun sebebi yaşanılanın doğal hava koşullarından mı kaynaklandığı yoksa gizli bir askeri müdahale sonucu olduğunu tespit etmenin zor olduğunun düşünülmesindendir. Fakat iyi bir gözlemciyseniz ve uzun zamandır bu durumu inceliyorsanız, aslında anlaşılması o kadar da zor değildir.

Uzun bir süre bulutlardaki değişiklikleri gözlemleyen biri olarak bunu çok net bir şekilde anladım ki, bulutların şekli ve günbatımı sırasındaki anormal derecedeki parlak kızıllık frekansal aktivitelerle bağlı olarak değişmektedir. Hepimiz gün batımını ve gün doğumunu izlemeyi severiz. Harika bir görselliği olduğu elbette tartışılamaz. Fakat burada kastettiğim kızıllık, bir Tv ekranına bakıyormuşsunuz izlenimini vererek gözleri de rahatsız eden garip bir parlaklıkla beraber olan kızıllıktır. Bunun sebebi muhtemelen püskürtülen ağır metaller özellikle alüminyum partiküllerinin havada yansıtıcı görevi yaparak ışığın süzülmesine ve parlamasına neden olmasıdır.








17 Ağustos 1999 Gölcük depreminin ise Haarp ile yapıldığına dair ciddi kanıtlar mevcuttur. Daha sonralar bu verilere ulaşım kapatıldı fakat o dönem bu konuları takip ettiğimiz için verilerin kopyasını almıştır.


Depremden 2 gün önce yani 15 Ağustos 1999’da Alaska Gakona Haarp üssündeki veriler yukarıdaki gibidir.



Depremden 2 gün önce yani 15 Ağustos 1999’da Alaska Gakona Haarp üssündeki verileri. Grafikteki artış net bir şekilde görünmektedir.





17 Ağustos 1999 verileri grafiğe yansıtılmıyor. 18 Ağustos verilerinden Devam ediyorlar.





Başka bir depremi ele alalım. 11 Mart 2011 Japonya Depremi.


İlk depremden 3 gün önce, 8 Mart 2011

İlk depremin gerçekleştiği gün 9 Mart 2011.


İlk depremin gerçekleştiği gün 9 Mart 2011.


12 Mart 2011- Depremden Bir Gün Sonra

Artık şunu iyice kavramalıyız ki iklim ve deprem silahları yeni çağın gizli silahları haline gelmiştir. Ülkeler birbirine karşı kullandıkları bu silahları ekonomik ve siyasi kargaşa yaratmak için kullanıyorlar ve kullanmaya da devam edeceklerdir. Bizlerin yapması gereken ise bu silahlara karşı kalkan görevi yapacak cihazlar veya mekanizmalar geliştirmek olacaktır.

İklimleri kontrol edebilmek için birçok ülke birbiriyle yarışıyor. Bu ülkeler birbirini yok etme hırsıyla aslında gezegeni yok ediyorlar. Bu durumda biz insanların yapabileceği pek de bir şey yoktur. Devletler ve hükümetler bu tarz girişim ve eylemlere boyun eğdikleri sürece gezegenimiz bütün olarak tehlikede olacaktır. 

Bu faaliyetlerin yeni olmadığını ezotetik bağlantılardan dolayı çok net söyleyebilirim. “Kör Tanrılar Küresel Asimilasyon” Kitabımda tüm bu faaliyetlerin kökeninin antik çağlara dayandığını detaylarıyla açıkladım. Kuran ı kerimde anlatılan yaratılış mevzusunu okuduğumuzda bunun Adem’in yaratılmasıyla başlayan bir süreç olduğunu görüyoruz.
İnsan fıtratını hedef almış farklı bir zeki yaşam formunun dünya üzerindeki hakimiyeti için dünyamızı her açıdan kendi yaşamsal koşullarına göre uygun hale getiriyorlar. Bireysel olarak alacağımız önlemler geçici olur. Sorunu temelinden çözmek istiyorsak antik çağlarda yapılan yanlışlardan ders çıkarmalı ve uygarlığımızı korumak için önce yetkilileri tüm bunların komplo olmadığına ikna etmeliyiz.
 

15 Haziran 2022 / Hazar Tandoğan
Telif Hakları Saklıdır.


Yorumlar

En Çok Okunanlar

Kuantum NOKTA Mikroiğne Aşılama ve BİLL GATES

Yazılarımın çoğunda antik dönemlerden günümüze insan DNA'sı üzerinde yapılan değişimler ve deformeler hakkında fikirlerimi beyan ettim. Bu girişimlerin en güncel aşmasını ifşa ediyorum;    Bill Gates;  Bill ve Melinda gates vakfı adı altında  bağlı olduğu bu karanlık oluşum,  (Buna anunnaki mi dersiniz, negatif plan mı, illuminati veya lusiferian; satanism vs...) insan DNA'sını değiştirmeye yönelik yeni bir tür çip üzerinde çalışıyorlar ve sanırım son aşamalarına dahi gelmiştir. Zaten koronavirüs salgınının amacı da insanları buna hazırlamaktır. Onların birbirini suçladığına bakmayın. ABD, Çin'i suçlar, Çin ABD'yi, Hepsi birbirini suçlar dururlar bu onların oyalama ve kafa karıştırma ve en önemlisi KORKU salma yöntemlerinden birdir. Bu yeni tip ÇİP Mikroiğne aşı sistemi olarak tanımlanıyor. KUANTUM yapılı bir nanoçiptir. Başka deyişle bir nanokuantum çip veya programlanabilir bir kuantum yazılım sistemi gibidir. Burada benim kendi düşünceme göre dah

Antarktika Uygarlığı

Dünya’nın her iki kutup bölgeleri olarak bildiğimiz ıssız ama aslında ıssız olmayan alanlarda oldukça yüksek teknolojik varlıklar yaşamaktadır. Her iki kutupta da üsleri olan ancak Güney kutbunda ana merkezleri olan Antarktika uygarlığının kökenleri çok antik dönemlere Atlantis’e kadar uzanır. Atlantis’in Agartha’dan yüzeye çıkış yaparak inşa ettikleri bir uygarlık olduğunu söyleyebiliriz.   Antarktika uygarlığının Agartha ve Atlantis, Mu gibi antik medeniyetlerin devamı olduğunu da. Agartha’dan yüzeye çıkış yaparak medeniyet inşa eden Atlantis’lilerin oldukça mücadeleci bir geçmişleri var. Agartha inşa edilmeden önceki yüzey savaşları, Negatif ittifakın yüzeyi ele geçirilmeleri, bir süre sonra ise püskürtülerek geri çekilmeleriyle yüzeydeki Atlantis uygarlığı inşa edilmişti. Sirius’lular Orion’daki yaşamın özellikle dragonoid türlerce istila edilişinden sonra hareket geçtiler. Bu varlıklar Arkon’ların kontrolü altındadır ve halen evrenimizin farklı noktalarında istilacı ve s

Melezleme programı, Chemtrails ve Arkonlar ; İfşaat

Dünya, iklimini değiştirmiyor. Küresel ısınma da bir aldatmaca. Manipülatif bir söylenti. Dünyanın enerji alanı değişiyor. Dünya bizim için değil onlar için yaşanmaz frekansa ulaşıyor. Bu nedenle de iklimi değiştirmek ve dünyanın ısı, enerji ve atmosfer dengesini bozmak isteyenler var. Bunun için en gözle görülür uygulamalarıysa Chemtrails 'dir. Son zamanlarda özellikle de 1950’lerden sonra insanlık bilinç ve zihinsel algı olarak farklı ve önceki evreye göre daha yüksek bir seviyeye ulaşmak için önemli değişimler yaşamaya başladı. Bu değişimin insanlık için getireceği en önemli durumun bütünsel yükselişin temellerini oluşturmaya yönelik adımlar ve dünya genelinde farkındalıklar yaratarak insanlığın algısal ve titreşimsel yükselişine sebepler oluşturmaktır. Bir sonraki yüksek frekans insan varlığının oluşumuna sebepler yaratan yeni enerji rezonansları ve titreşim alanları yükselmeye odaklı ve yatkın olan biz insanoğulları için son derece önemli ve pozitif bir gelişme olsa da

Negatif Enerjiler ve Etkilerden Korunmak için Tavsiyeler

Metafiziksel olarak yaşanan negatif durumların ana sebebi frekansın düşük olmasıdır. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak frekans yükseldiği zaman negatif durumlar da zamanla ortadan kalkar. Özellikle negatif enerjili varlıkların etkisinde olduğunu düşünenlere tavsiyem, pozitif anlamda frekansınızı yükseltin. Bunun için de 1- En başta Yaratıcı'yla aranızdaki bağı güçlendirin. Bunun için ona odaklanıp dua edin. Sadece O'nu hissedin. O beşer değildir. Sizi duyar. Yeterki inanarak  ve samimiyetle ona odaklanın. Onun enerjisini ve yoğun sevgi frekansını algılamaya çalışın. 2- Hakiki gül suyu hergün evinize ve cildinize sürdüğünüzde zamanla frekansınızın arttığını göreceksiniz. Evinizin köşelerine koyacağınız büyük parçalar halinde kaya tuzu (küçük çocukların ulaşamayacağı) evinizin negatif enerjisini emer ve etkisiz hale getirir. 3- Doğayla zaman geçirin. Ağaçlara sarılın. Onlara sizdeki negatif enerjiyi almasına izin verin. Çiçekleri koklayın. 4- Çıplak ayak temiz t

Sivrisineklere Karşı Bitkisel Öneriler Araştırma ve Derleme

  Sivrisineklere Karşı Bitkisel Öneriler Araştırma Derlemesi   UYARI:   Önereceğimiz çözümler Çocuklar, Hamileler, Kalp ve tansiyon hastalarında, alerjik bünyelerde ve diğer ciddi rahatsızlığı bulunan kişilerde Doktora danışarak ve Temkinli kullanılmalıdır.       Günümüzde insan veya insan formundaki diğer türlerin Tanrıcılık oynaması ve bu ilahi nizama karşı durmaları oldukça belirgin ve hissedilir hale gelmiştir. İnsanın yaratılışıyla başlayan bu sürecin belki de milyonlarca yıllık bir geçmişi vardır. Bu gün geldiğimiz noktada bilim ve ilim adı altında insanlara empoze edilen veya dayatılan olguların tamamının masum olduğunu düşünmek saflık olur. Biyolojik, kimyasal, Frekansal, Gıda, Giyim, Eğitim, Siyaset, Medya, Müzik ve aklımıza gelen her alan bu bilinmez sandığımız ama aslında bilinen aklın kontrolü altındadır. Son zamanlarda pandemiyle birlikte bu daha da hissedilir hale geldi. Aslında hep vardı fakat fark edilme seviyesi artmış oldu. Nüfusu azaltma ve kalan insanları

TEKGÖZ, 3.GÖZ Nedir? Ne Değildir?

Özet olarak: Antik medeniyetlerden günümüze kadar gelen birçok sembol vardır. Bunların çoğu tek bir anlama sahip değil birçok anlamı vardır. Tek göz sembolü de bunlardan biridir. Birçoğumuz bu sembolün negatif anlamı olan şekliyle tanıdık. Ancak temelde iki çeşit tekgöz sembolü olduğunu ve bunların her birinin düalitenin iki ucundaki anlamları temsil ettiğini bilmeliyiz. Sembolik olarak kullanılan tekgöz Horus’un gözü mitlerdeki anlatımları değerlendirdiğimde her iki anlamı da bir arada taşıdığını görüyorum. Aslında Horus’sun gözü düalitenin savaşını anlatıyor diyebilirim. Daha sonra hikâyenin yön değiştirmesiyle ve Seth’in kör kalmasıyla iki farklı manaya bürünüyor ve ayrışıyor. Biri aydınlık diğeri ise karanlık alemleri temsil eden semboller haline geliyor.  El ile veya başka bir şekilde kapatılıp oluşturulan tek göz sembolü karanlık varlıkları ve onlara bağlı toplulukları temsil eder. Bunun kökenleri ayrıca Gnsotik metinlerdeki karanlık alemde hapsolup ışık alem yani ruhsal al